Kapadokya’da ikinci günde daha alarm çalmadan, güle oynaya güneşten önce uyanıyoruz yine. Burada düşündüğüm tek şey hep zor gelen erken kalkmanın zorluğunun saatten değil, uyanmak için sebeplerimizden kaynaklandığı 🙂 Sıkı sıkı giyinip çatıdaki yerimizi alıyoruz yine, balonlar aynı mutluluğu vermeyi başarıyor her seferinde.
Bugün ilk hedef Güvercinlik Vadisi. Kapadokya’da zaten her yer vadi, burası da güvercinlerin ziyaret ettiği bir tanesi. Güvercinler burayı kendi mi seçmiş yoksa orada bulunan dükkan sahipleri onları besleye besleye mi alıştırmış bilemiyorum 🙂 Burada güvercinler eşliğinde vadi manzarasını seyrettikten sonra yola devam edebiliriz.
Asıl gitmek istediğimiz yer Derinkuyu Yer Altı Şehri. Kapadokya’da yer altı şehirlerinin sayısı fazla ama en bilinenleri Kaymaklı ve Derinkuyu. İkisi de aynı taraftalar, Derinkuyu biraz daha ileride. Biz de burası daha uzak olduğu için kalabalık daha azdır felsefesi ile burayı tercih ediyoruz ama tabiki tur arabaları çoktan kapının önüne dizilmişler 🙂 İnanılmaz bir yer Derinkuyu Yer Altı Şehri, mutlaka gezi rotanıza ekleyin. Tarihi M.Ö’lere dayanan bu şehir henüz 1967 yılında turizme açılmış, oldukça geç. Bu zamana kadar civar köydeki insanlar da kullanmış burayı hatta. Yıllar öncesinde insanlar hangi imkanlarla, hangi fikirlerle nasıl böyle bir şehir kurmuşlar, hem de yerin metrelerce derinine, düşününce aklı almıyor insanın. Döndükten sonra hakkında okuduklarımla daha da büyülendim. Benim sonraya bıraktığım işi siz gitmeden yaparsanız gezerken daha keyif alırsınız diye düşünüyorum 🙂
Derinkuyu’da geçen bir saatten sonra sırada epey merak ettiğimiz Ihlara Vadisi var. Ama buraya gitmeden otelden ayrılmadan önce aldığımız tavsiyeler üzerine yol üzerinde Narlı Göl’e uğruyoruz. Kalp şeklinde olduğunu söylemişlerdi bize ama pek öyle değilmiş 😀 Ihlara yolu üzerinde tabelası çıkacak karşınıza, ana yoldan sonra 5-6 dk mesafede. Haritalarda aratınca çıkmıyor, o yüzden tabelaları takip edin gidecekseniz. Narlı Göl bir krater gölü, rengi Maldivlerle yarışacak kadar iddialı diyebiliriz 🙂 Ama etrafında hiç bir şeyin olmadığını, sadece şöyle bir görüp yola devam edeceğinizi baştan söyleyeyim.
Göreme’den Derinkuyu üzerinden 80 km.lik bir yol üzerinden sonunda Ihlara Vadisi’ne varıyoruz. Varılacak yer çok güzel olduğundan yolun uzunluğunun pek önemi kalmıyor. Ihlara Vadisi büyüleyici bir yer. Klasik olacak belki ama tam bir doğa harikası. Grand Canyon’a taş çıkartır. Ihlara Köyü’nün içinden geçerek ulaştığımız vadiye ilk anda nasıl yani geldik mi, bu muydu derken arabadan inip içeri girince tüm söylediklerimizden utandık 🙂 Tabi girmeden yol kenarında yerel ürünlerini satan köy sakinlerine uğrayıp iki sohbet, biraz kabak çekirdeği, biraz da kuru meyvelerden almayı unutmayın. Bizim alışveriş yaptığımız tatlı amcayı videoda görebilirsiniz 🙂
Tavsiyem Ihlara’ya biraz fazla zaman ayırın. Biz yaklaşık 3,5 saat kaldık burada. Uzun bir yürüyüş yapacaksınız hazır olun. Tabi o merdivenlerden vadininin tabanına indikten sonra. Muhakkak yürüyün, pes etmeyin. Aynı anda birden fazla mevsimi göreceksiniz. Yolun sonunda Melendiz Çayı’nın üzerindeki mola yerinde o kadar yürüyüşün ödülü gözleme de var hem 🙂 Ihlarada da görülebilecek bir çok kilise var yol üzerinde. Biz yola odaklandığımızdan hiç birine girip görmedik, bu halde bile 3 saat geçirdik orada siz düşünün. Uzak demeyin, Ihlara’ya mutlaka gidin 😉
Ihlara’yı görüp rotamızı tamamlamıştık ama bir gün önce gidemediğimiz Kızılçukur Vadisi aklımızda kalmıştı. Gün batımını izlemek için en iyi yerlerden biriymiş burası. Güneş her gün batıyor her gün doğuyor ama biz hep çok önemli işlerimizle meşgulüz. Biz de gitmeden önce her gün olan ama pek umursamadığımız bu olaya hak ettiği değeri verelim istedik. O yüzden o kadar yolu geri dönmek için pek düşünmeye gerek kalmadı. Çünkü Kızılçukur Göreme tarafında. Koştura koştura gittiysek de malesef gün battıktan sonra yetişebildik 🙂 Giderken bir kaç yere uğraya uğraya gittiğimizden yolun bu kadar uzun olduğunu fark edememişiz. Aslında Ihlara’dan çıkışımızı ayarlamıştık ama hesaplar her zaman tutmayabiliyor 🙂
Uçağımız akşam 21:30’da. Hala vaktimiz var ve kahvaltıdan beri sadece Ihlara’daki gözlemeler var midemizde 🙂 O sebeple önceden listeye eklediğimiz Tandır Restoran‘ı aramaya koyuluyoruz. Tandır Ortahisar’da biliyoruz, haritaya göre gitmeye çalışıyoruz ama ilk bölümde de söylediğim gibi hava karardıktan sonra Kapadokya biraz ıssız. Azıcık zorlanıyoruz bulurken ama o soğukta kendimizi sobanın ısıttığı içeriye atınca unutuyoruz o zorlukları. Kış döneminde daha sakin tabi her yer. Rezervasyonsuz yer bulabilmek, hatta ilk giren olmak pek güzel. Tandır samimi bir yer, yemekler de lezzetli. Tavsiye üzerine kuzu incik seçiyoruz, ve sac tava. Kuzu inciğin tarçın tadıyla farklı olduğunu söylerken sac tavanın daha güzelini İstanbul’da bile yediğimi de atlamamak gerek. Burada fiyatlar ortalamanın da biraz üzerinde. Tandır’da tercih edilebilir ama bir günüm olsa o akşamı birinci bölümde bahsettiğim Old Greek House’da yiyerek geçirmeyi tercih ederim 😉
Yemekten sonra havaalanına gitme vakti geliyor. Nevşehir’den geçerek gidiyoruz havaalanına. İki güne sığdırmaya çalıştığımız Kapadokya bize umduğumuzdan fazlasını vererek gönderiyor geri. İki gün yeter mi diye düşünüyorsanız düşünmeyin haftasonu atlayın gidin. Biz gezinin sonunda bulsak da size kolaylık olur belki diye elimdeki haritayı buraya ekliyorum.
İkinci bölüm videosu da youtube kanalında! Umarım oralara kadar götürebilir sizi 😉
No Comments